top of page

Bir işsizin maceraları 1

Çarşamba günü iki ayrı iş görüşmesine gittim. Sabahtan, Avrupa Birliği mahallesine yakın bir yerde ofisi olan NFU-İngiliz Çiftçileri Derneği-, öğleden sonra da GAIA, yani hayvan hakları konusunda çalışan bir kuruluş. İkisi birbirinden daha farklı, daha zıt olamazdı. NFU ofis işlerini yapacak, getir götür işlerine bakacak yarım zamanlı bir kişi arıyordu. 900 euro civarında bir para karşılığında. NFU benim savunduğum ne varsa ona karşıydı, çünkü çiftçilerin statükocu zihniyetini temsil ediyordu.

Karşımdaki iki kadına, eğer yanlış anlamazlarsa, bir soru sormak istediğimi söyledim. Ben önemsiz bir sekreterim ama yine de bilmem gerekiyor dedim. İnternet sayfanızda yer alan şu ‘medyanın ve hayvan hakları savunucularının yarattığı negatif imaja karşı koymak’ ifadesi ne demek dedim. Kadın bana çiftçilerin hayvanlara karşı son derece saygılı davrandığını, hayvanlarına zarar vermektense kendilerine zarar vermeyi tercih edeceklerini, İngiltere’nin hali hazırda çok yüksek standartlarla çalıştığını, zaten başka türlüsünün de mümkün olmadığı, ama yine de, bunun hayvan hakları savunucuları için yeterli olmadığını, hep daha fazla şey istediklerini söyledi. Ona göre, hayvan hakları savunucularının söyledikleri düpedüz yalandı, ve NFU sadece gerçek olanı, bilimsel tarafsız bilgiyi tartışmaya katmak için savaşıyordu. Ben bunları dinlerken aklımdan ‘al sana yüzsüzlüğün böylesi, tabii canım tabii tabii, sen beni salak mı sandın sarışın?’ gibi cümleler geçiyordu. Yine de karşı koymadan oturup dinledim. Sonra oradan ayrıldım. Çiftçi hakları, hayvan hakları, hormonlar, acı ve bunların nasıl dengelenmesi gerektiğini düşünerek.

‘Vejetaryen mısınız?’

GAIA iş görüşmesinde sorulan ilk soru bu oldu. İlk soru. Neredeyse dedim. Yediğimin 10da biri et yiyorum, nesli tükenmekte olan hiçbir canlıyı yemiyorum vesaire. İkinci soru: ‘Kurban Bayramı hakkında ne düşünüyorsunuz?’Üçüncü soru ‘Hayvanlar üzerinde test yapılması hakkında ne düşünüyorsunuz?’Tüm bunlar zor sorular. Kadının karşımda durup da bana bu soruları sorması hem hoşuma gitti, hem de beni kızdırdı. Sadece kendisi GAIA’da çalışıyor ve ben çalışmıyorum diye aramızda ahlaki bir hiyerarşi olduğunu düşünmesi bana çok aptalca geldi. Karşımda sinirli, büyük ihtimalle yıllardır seks yapmamış, radikal bir kadın olduğunu düşündüm. Belki de bu izlenimi edinmekte haksızdım. Çok başarılı geçmeyen bir iş görüşmesi sonucunda oradan ayrıldım.

Eve geldiğimde hiçbir işi başaramayan geri zekalı araştırma şirketinden mail gelmişti. Data girişi için saati 8 euroya birilerini arıyorlardı. Hemen ben gelebilirim diye cevap yazdım. Tabii ki cevap alamadım. Ertesi gün aradım, dedim ki ben boşum, geliyorum. Tamam dediler. Saat 1300de oradaydım. Jessie diye –herhalde benden küçük- bir kızın projesi için data girişi yaptım. Öylesine sıradan, öylesine aptal bakışlı insanlarla dolu ki ofisleri, insanın içinde acıma duygusu oluşuyor. Yine de, en azından bir şey yapıyor olmaktan memnun oldum. Evden dışarıda olmak, iş dünyasının keskin çizgilerle belirlemiş zaman ve mekan düzeni içinde bir gün olsun bile bulunmak, ruh sağlığıma iyi geldi. Gerçek çalışanların ofisleri üst katta, binanın mahzen görevi gören kısmında ise eski model, insanın gözlerini iki saate haşat eden bilgisayarlar var. Burada ben ve benim gibi zavallı insanlar saati 8 euroya data girişi, anket falan yapıyorlar. Genel olarak zavallı görünümlü insanlar çünkü ancak başka bir alternatifi olmayan insanlar bu kadar geri zekalı bir işi yapmaya razı olabilir.

Saat 18 de gelip, kapatıyoruz dediler. Ne acayip şey, saat 18de kapatmak. İşten çıktım. İşten çıkmak lafını özlemişim. Bunun bir yanılsamadan, saçma sapan bir nostaljiden ibaret olduğunu biliyorum. Beni o ofise koysalar, iki hafta sonra deliririm. Ama şimdi, iki aylık işsizlikten sonra, ve iki yıllık özgürlükten sonra, işten çıkma fikri bana sevimli geliyor. İş yapmadan yaşanmaz zihniyetine hala inanıyor değilim, hayır. Benim özlemim işten ziyade, normal hayat akışının bir parçası olabilmekle alakalı. İşten çıkmak, arkadaşlarla buluşmak, yemek yerken parayı düşünmemek, hayatın günlere ve saatlere bölünmüş olduğu bir yaşamın parçası olmak. Sanırım özlemini duyduğum şey bu.

İşten çıktım. Hava kararmıştı. Bir sürü insan arabalarında, tramvayda, metroda, otobüste, işten eve dönüyordu. Yine aynı hüzne kapıldım. Dünyanın tekliği hüznüne. Şehri saran otobanlarda trafik vardı şimdi, insanlar arabalarında oturmuş yorgun argın eve dönüyordu. Şehrin içindeki bazı sokaklarda toplu taşıma kullanmayı kendilerine yakıştıramayan insanların kullandığı arabalar yüzünden trafik sıkışıyordu. Bir kadın köpeğini yürüyüşe çıkartmıştı. Küçük terrier cinsi beyaz köpeğin yanında ona uygun bir hızla yürüyor, hayvan ne zaman bir şeyi koklamak için durup burnunu asfalta yapıştırsa, onu çekiştirmeden, sabırla, bu koku macerası da geçene kadar bekliyordu. Tramvayda karşımda oturan genç adamın üzerinde beyaz bir ceket vardı. Biçimsiz, şişman bedenini fazlaca saran, üstelik yer yer kirli bu beyaz ceketi, belli ki şık olmak için giymişti. Niyeti ve sonucu bu kadar zıt olan bir eylemle karşılaşmak insanı hem güldürüyor hem de acıtıyor. Elinde son derece pahalı bir telefon vardı. Statü sahibi olabilmek için sonra derece pahalı bir telefon almayı, bu parayla yapabileceği başka her şeye tercih eden, üzerinde beyaz ve kirli bir ceket olan bu genç adamın hayat, kitaplar, ekonomi, hayvan hakları, çocuk kaçakçıları, dünya mirası gibi konularda ne kadar az şey bildiğini düşündüm. Dünyada olan bitenden ne kadar da habersizdi. Ne kadar da cahildi.

Tekrar dışarı baktım. Tramvayın içinden dışarı bakınca, dışarısı karanlık ve içerisi aydınlıkken, bu iki dünya birbirine karışıyor. Trafikte sıkışmış beklerken, insan dışarıda olan biteni içine sindirerek seyrediyor. Her anın farkında olarak, ve her bir anın hakkını vererek. Genç bir kadın yere oturmuş, sırtını bir duvara dayamıştı. Haline acımış olacak, başka bir kadın, yanında küçük bir kızla beraber, eğilmiş, kadınla konuşuyordu. Derdini anlamaya, ona bir şekilde yardım etmeye çalışıyordu. Yanlarından geçip giden insanlar bu ilginç üçlüye bakıyorlardı. Biraz merak, biraz rahatlama, biraz da şaşkınlıkla. Ne kadar çok şey olup bitiyordu.

 En son  
 yazılar
bottom of page