top of page

Equilibrium yada Çok Dengeli Adamlar

Sinirlerini aldırmış gibi deriz hani. Genelde olan bitenle pek ilgisi olmayan, önündeki araba yolun ortasında durup bakkaldan sigara almaya gitse bile sinirlenmeyen, kuru temizlemecinin cüce kostümüne dönüştürdüğü döpiyesine gülümseyerek bakabilen insanlar vardır ya. İşte tüm dünyada bu insanlardan olduğunu düşünün, Equilibrium öyle bir yerin hikayesi. Kavga yok, kıskançlık yok, bağırıp çağırma zaten yok, kendini balkonlardan aşağı atma, karısının kafasını, kocasının pipisini kesme yok. ‘Paranın üstünü vermedin bakkal efendi’ler, ‘bu bardağı değiştirelim çok pis’ler, ‘bunun bir beden küçüğü size olmaz yalnız’lar, ‘bu saate kadar neredeydin’ler, ‘o kadın kim ki sana benden bahsediyor?’lar, ‘bu çocuktan hiçbir şey olmaz aynı babasına çekmiş!’ler yok bu dünyada. Daha da ötesi savaşlar yok, çocuklar açlıktan ölürken Ferrarilerle gezmeler yok, 12 yaşındaki hayat kadınları yok, kimyasal silahlar yok, ‘sen siyahsın buraya giremezsinler, bu Kürtlere laf anlatılmazlar, Araplar pistirler, Amerikalıların hepsi aptal abi’ler hiç yok.

Tabii bunun bir bedeli de var.

Bu dünyada sevişmeler yok, sevdicekle dans etmeler yok, arkadaşlarla PS oynamalar yok, müze gezileri yok, annenin cüzdanından üç kuruş araklamanın heyecanı yok, ev hayvanları yok, indirim kuyrukları yok, küçük küçük aptal biblolar yok, konserler yok, buzdolabının üstüne yapıştırılan değişik ülkelerin magnetleri, fotoğraflar ve komik bile olmayan esprili çıkartmalar yok, sakızdan çıkan dövmeler yok, iş başvurusuna giderken son anda asansör aynasında kendine çeki düzen vermeler yok.

Herkes sokaklarda, habire boş bir suratla, höngüdü höngüdü güruhlar halinde evden işe işten eve gidiyor. Hepsinin üzerinde aynı gri takımlar var. Evler arabalar hep birbirinin aynı. Merkezi bir yerden sürekli bir yayın yapılıyor ‘insanı insandan korumanın yolu hislerini tamamen bastırmaktır’ şeklinde. ‘Bakın ne kadar güzel, ne savaş kaldı ne bir şey, insanlık tarihinde ilk defa bunu başardık’ diyor sokaklarda, iş yerlerinde durmadan konuşan o ses.

Bildiğin anti-ütopya. Ana karakterin 7-8 yaşlarında bir oğlu var, tam tokatlık. İspiyoncu bir kere. İspiyoncu çocuk kadar tokatlık bir şey var mıdır bu dünyada? Hafiften Hitleri andırıyor. İnsan 8 yaşında nasıl Hitler’i andırabilir? Yuh be kardeşim. Faşist bir gelecekte Hitlere benzeyen ispiyoncu çocuklarla oturup akşam yemekleri yemekten daha korkunç bir akıbet düşünemiyorum. Her şeye karışıyor, bir hatanızı bulsa hemen sizi polise şikayet edecek, babam falan dinlemiyor yani. Dedim ya, tam tokatlık.

Toplum ikiye bölünmüş durumda. Balık suratlı hissizlerle, yeraltında yaşayan ‘sense offender’ yani his suçluları. Sense offender lafının İngilizcedeki sex offender lafına benziyor olması da dikkatlerden kaçmadı. His suçlularının suçu zaten belli: hissetmek, evlerinde tablolar, kitaplar, müzikler barındırmak. Rejim insanın her türlü duygusunu bastırmak istediği için, insanı hislendiren, hülyalara sürükleyen her şeyi de yasak etmiş durumda. Din adamları adı verilen polis/bürokrat karışımı bir örnek elbise giyen beton suratlı kişilerden oluşan birimler de bu ‘örgüt’ evlerini bulup, sakladıkları şeyleri yok etmekle görevli. Tabii bu his suçluları da fırınlarda yakılıyor hemen ardından. Alsana bir Hitler daha.

Ama kolay mı? İnsan bir kere duygulanmaya görsün, artık bu sinsi zehirden kurtulmak mümkün olmuyor. Üstelik bulaşıcı bir virüs gibi bu hissiyatlar, insanı hemen ele geçiriveriyor, yanındakilere de bulaşıyorlar.

Tabii bu dünyada bu biraz daha zor, çünkü herkes kendine bir sıvı enjekte ediyor, günde üç öğün. Bu duyguları bastıran bir kimyasal tepkimeye yol açıyor beyinde ve hooop herkes boş suratlı balığa dönüyor.

Yalnız, bir kere o enjeksiyonu aksattınız mı, bitti..Artık geri dönüş yok. Adet öncesi sendromu yaşayan bir kadın gibisiniz artık. Her şeye ağlayan, en gündelik olaylardan etkilenen, duygulanan bir şair oldunuz…

Bununla beraber tabii hırslarınız, öldürme içgüdünüz, şiddet düşkünlüğünüz, kıskançlıklarınız, sizi oradan oraya sürükleyen tutkularınız, içinizi kemiren endişeleriniz, yüreğinize, gözlerinize ağır gelen bütün o kötülükler, açlık ve hastalıkla yıkanan bir dünyanın bilinci ve en önemlisi de bunun karşısındaki acizlik hissi de geri geldi. Dostlarınızın kalbini kırabilirsiniz artık çünkü dostlarınız var. Köpeğinizin ölümü sizi o kadar çok üzecek ki bir daha evde hayvan beslememeye yemin edeceksiniz, çünkü artık köpeklere bağlanıyorsunuz. Artık televizyonda gördüğünüz haberlerin yol açtığı vicdan krizlerine katlanmak zorundasınız, çünkü bir vicdanınız var. İnsansınız artık: tüm bencilliği ve fedakârlığıyla, umutları ve aptallıklarıyla, ters giden planları ve akıl almaz derecede naif düşünceleriyle karmakarışık, tortop bir varoluşun ortasındasınız.

Ama yine de tüm bunlara katlanmaya hazırsınız.

Dünyanın sihrini görmenin tek yolu bu çünkü.

Gün doğumlarında gökyüzünün aldığı renklere her defasında hayret etmenin başka yolu yok.

İşte bizim açmazımız da bu.

 En son  
 yazılar
bottom of page