top of page

Kuaförler ve hayatın dönemeçleri

2011

Bugün saçlarımı kestirmeye gittim. El işinin her türlüsünün çok pahalı olduğu Belçika’da benim güvenebileceğim bir kuaförün fiyatı 35 Euro’dan başlıyor. İşsiz güçsüzken kuaföre bu kadar para vermek elbet içime oturacaktı. Üstelik tanımadığım bir insana güvenmek ve derdimi anlatmaya çalışmak zorunda kalacaktım. Sonuç da değişmeyecekti büyük ihtimalle: sonunda gözyaşlarımı saklamaya çalışarak salondan çıkacaktım, sinir ve üzüntü tufanları arasında.

Nedendir kuaförle olan bu ikircikli ilişkimiz? Ne zaman aşkımız eskise kuaföre gidişimizden mi?

Dış görünüşümüze, aynanın diğer tarafındaki varlıklara ne sunduğumuza belki de gereğinden fazla önem verdiğimiz için mi? Şehirde yüzlerce kuaför vardır, hepsi de aynı şeye benzer dışarıdan, Wella’nın bir reklamı, kızıl saçlı bir kadın, asla sahip olamayacağınız modeller ve saç renkleri ile donatılmış resimler. Ama biz şöyle rastgele bir tanesine girip saç kestiremeyiz. Geçen hafta karar vermiştim buna, internetten araştırmalar yaptım, en sonunda bunlara değmediğe karar verip, en yakındaki salonlardan birine gitmeye karar verdim. Gözüme kestirdiğim bir kuaför vardı. Kapısına kadar gittim, içime sinmedi, geri döndüm. Neydi içime sinmeyen? Büyüyememiştim yine. Rastgele bir kuaför salonuna girip, ‘bildiğiniz gibi yapın, umurumda değil’ diyemiyordum hala. En sonunda bir kuaför okuluna gitmeye karar verdim. Onlar bedava kesiyorlar saçınızı. Öğrencileri saç kesmeyi öğreniyor, siz de 30 euro ödemekten kurtulmuş oluyorsunuz. Bir okul buldum. Place Stephanie’ye yakındı. Conrad Otelin durağında indim. Yine garip bir tesadüf. Bundan 3 yıl önce Brüksel’e geldiğimde bu otelde kalıyordum. İki üç günlük seyahatim sırasında bin euroya yakın para harcıyor, bunun üzerinde bir dakika bile düşünmüyordum. Şimdi ise saçlarımı bedava kestirebilmek için bir kuaför okuluna modellik yapmaya gidiyordum. Bu bir statü kaybı mıydı? Eğer öyleyse yanlış bir şeyler mi yapmıştım? Seçimlerim mi yanlıştı? Bunları düşünerek adresi aradım. Camlarında yapıştırma harfler olan eski bir binaydı. İçeri girdim. Bir kadın karşıladı beni. Bir saniye bekleyin deyip diğer odaya yöneldi. Ayaklarına dolanan minik aptal bir köpeği vardı. Hayvan bana hırladı, sonra da kadının ardından koştu. Gelin dedi, gittim. İçeride iki bölme vardı. Yaklaşık 10 kişi saç kesiyor, boya yapıyordu. Kuaför salonlarının şaşası yoktu burada. Eskiden çocuk odalarında kullanılan bilgisayar masaları vardı önünüzde duran saydam cam masalar yerine. Oturduğunuz sandalyeler tasarım ürünü değildi. Yine çocuk odalarında kullandığınız bürositlerdi bunlar. İnsanı alıp modanın şaşalı dünyasına götüren enerji dolu bir müzik doldurmuyordu mekanı. Saçımı kimin keseceği ile ilgili bir kargaşa yaşandı. Bir tarafta saçları perperişan, güler yüzlü bir Gürcü kızı, diğer tarafta saçı başı düzgün, fönlü, kendine tam bir profesyonel kuaför havası vermiş bir başkası. Bir an için korktum, bu ikisinden birisi iyi, diğeri rezaletti belki de. Şanslı mıydım, yoksa bir kurban mı? Sonunda Gürcü kız ‘benim benim!’ diyerek beni sahiplendi. Seçim yapılmıştı. Kız saçlarımı yıkarken kendimi teselli etmeye çalıştım. İstekli olması iyiye işaret olabilir miydi? Dört yanda diğer öğrenciler mankenlerle deneme yapıyorlardı. Mankenlerin kaprissiz sessizliği dolduruyordu mekanı. Boş ifadeli yüzleri ve ucuz boyalarla var edilmiş gözleriyle, sadece omuzlar ve kafadan ibaret, öylece duruyorlardı. Saçları mahvolsa bile sinirlenmeyecekler, kavgalar çıkartıp ortalığı birbirine katmayacaklar, kuaförlerin beceriksizliğini yüzlerine vurmayacaklardı. Buradan mutsuz bir şekilde çıkıp o sinirle kocalarıyla kavga etmeyeceklerdi. Yine de, cansız mankenler üzerinde özenle çalışan bu insanların görüntüsü, bana rahatsızlık verdi. Bebeklerinin saçlarını ören kız çocukları gibi, biraz delice bir uğraştı bu. Yerime oturdum. Oturduğum sandalyenin mavi, sökülmüş kaplamasına gözüm takıldı. Conrad Oteli düşündüm, sonra da bu sandalyeyi. Üstünde durmadım. Saçlarımı yavaş yavaş kesti. Arada yüzümdeki ciddi ifadeye takılarak, ‘iyi misiniz? nasıl?’ gibi sorular sorarak saçlarımı omuz hizasında kısalttı. Yan masada Türkiye’den gelen bir Ermeni kız oturuyordu. Ermenileri sevmediğinden bahsediyordu. ‘Çirkinler bir kere’. ‘Çok farklı iki şey Türkiye Ermenileri ve Ermeniler’ diyordu. Saçlarımı kesen kız, başka bir Gürcü kadınla konuşuyordu. ‘Sizin oralar nasıl? Tüm markalar sahteymiş sizin ülkenizde’ demek geldi içimden. Aslı’nın anlattığı Gürcü hikayelerini hatırladım. Şu kızcağız buraya kadar gelmiş, burada kuaförlük öğrenmeye adamıştı kendini. 26 yaşındaydı. Dükkan mı açmak istiyorsun diye sordum, evet dedi. Saçlarımı kesti, fön çekti. Nasıl diye sordu. İyi dedim. Hocaya gösterdi. Kadın memnun kalmışa benzedi. Ben kararsızdım. Yine de çok iyi oldu sağolun dedim. Gözlerinde bir kararsızlık vardı. Bahşiş mi bekliyordu? Biraz para vermem gerekir miydi? Alışık olduğum para-saç kesme hizmeti-saçların arkasına ayna tutma merasiminden ne kadar farklıydı. Bu parasız insanların dünyası mıydı? Bu dünyada saçlarınızı kestikten sonra arkadan ayna tutmuyorlar mıydı? Saçlarınızın tamamını görmeye hakkınız olmuyor muydu para vermeyince?

Kuaförden her çıkışımda hissettiğim o karışık hislerle sokağa çıktım. Nasıl oldu? İyi mi? Çok mu kötü? İyi iyi. Karşıdan gelen adam baktı bu iyiye işaret mi? Yıkandıktan sonra nasıl olacak? Saçlarıma biraz bakmalıyım. Bir daha saçlarımı asla kestirmeyeceğim. Gerizekalı kuaför. Kuaför iyiydi. Yine uzar. Yine buraya geleyim. Makyajla falan güzel olur. Kıyafet lazım. Çok kalın saçlarım var. Kuaför ne yapsa boş. Şu kadının saçlarını kim kesmiş? Neden böyle olamıyor?

Bunun gibi bir sürü düşünce. Bu kez tek farkı paramın cebimde kalmış olması. Bu çok fazla eleştirel olmama, sinirlenmeme engel oldu gerçekten de. Saçlarımı çok fazla beğenmedim, kötü de bulmadım. Beni rahatsız etmediler. Onlarla yaşabilirim. Bunun tek sebebi para vermemiş olmam mı yoksa yıllar beni daha olgun biri mi yaptı?

 En son  
 yazılar
bottom of page