Ne kadar da görgüsüzüm (ya da kazara biznıs)
- aptalinsan
- Aug 29, 2018
- 4 min read
Zorlukla yetiştiğim İstanbul-Brüksel uçuşu için pasaportumu görevliye gösterip yürümeye başlamıştım ki beni tekrar durdurdu. ‘Tuğçe hanım upgrade olmuşsunuz da’ dedi ve biniş kartımın üzerine 2B yazdı. İçimde bir umut kıpırdadı. Yoksa? Başkalarından duyduğum hikayeler vardı. Bulunan koltuk sayısından fazla bilet sattıklarında mesela, ekonomi sınıfından bazı insanları business’a aldıklarını duymuştum. Uçağa doğru yürürken bu uçuşta da mutlaka business class olması gerektiğini düşünüp iyice umutlandım.
Nitekim az sonra business class’ta bulunan geniş mi geniş, leb-i derya yolcu koltuğuna yerleşiyordum. O sırada arkamdan gelen insanlar benim ani bir hareketle 2B kalmama bozuldular, ellerinde torbalar ve ekonomi sınıfındaki insanların yanlarında taşıdıkları diğer şeylerle yanımdan geçip fakirlerin yolculuk edeceği kısma doğru yürümeye devam ettiler. Bense sanki ömrüm Business class’ta geçmiş gibi büyük bir rahatlıkla eşyalarımı yerleştirdim ve yerime ourdum. Bu rahat, deriden koltuğa oturur oturmaz da ona hemen alıştım. Ve hemen sonrasında içimde tahtını kaybetmekten korkan bütün kralların duymuş olduğu büyük bir endişe peydah oldu. Hiç business class’ta uçmamış olmak ayrı bir şeydi. Kendi içinde bir ağırlığı yoktu. Bu dünyadan business class’ta uçmadan gelip geçmiş olabilirdiniz. Nitekim böyle milyonlarca insan vardı. Ama buraya yerleştikten sonra birisinin gelip- mesela 2B koltuğunun gerçek ve zengin sahibi- beni oradan ‘yanlış oturmuşsunuz’ diyerek kaldırması korkunç birşey olurdu. Ve bu hala olasıydı. Belki de biletimi kontrol eden adamı yanlış anlamıştım. Her an birisi gelip arkaya, fakirlerin arasına dönmemi isteyebilirdi. Pılımı pırtımı toplayıp, bulunduğu yerde istenmeyen beceriksiz bir sahtekar, ait olmadığı bir yere sokuşmaya çalışan bir hilekar gibi oradan kalkacak ve şimdi gözüme inanılmaz kalabalık gelmeye başlayan ekonomi sınıfına geri mi dönecektim? Arkada kaynaşıp duran, kafaların neredeyse birbirine yapışacak kadar yaklaştığı o inanılmaz sıkışık ekonomi sınıfına bakmaya bile cesaret edemiyordum.
Biraz sonra business da yavaş yavaş dolmaya başladı. Tabii daha sakin, mesafeli bir kalabalıktı bu. Arkada sürmekte olan itiş kakıştan eser yoktu burada. Öndeki sıraya ve yanımızdaki ikiliye aynı aileden 2’si çocuk, 6 kişi bindi. Benim yanıma da benim yaşlarımda,benim gibi eskaza orada olduğunu tahmin ettiğim bir adam oturdu. Birinin beni oradan kaldırması artık daha da trajik olacaktı. Gerçek zenginlerin acıyan bakışları arasında mevki düşürülecektim. Gerçekten de ‘boarding completed’ anonsunu duyuncaya kadar kalbim pır pır attı. Ancak ondan sonra rahatlayabildim. Ben bunları düşünürken hostes üzerinde cam bardakların olduğu bir tepsiyle geldi. Su, portakal suyu, nane limon gibi içecekler vardı tepside. Bu esnada önümde oturmakta olan 5 yaşlarındaki erkek çocuğunun babasına ‘babaaaaa, hiç bu kadar küçük bir ekran görmemiştim’ dediğini duydum. Oturduğu koltuğun yanından çıkan tek kişilik ekranı kastediyordu. Küçük bokçuk. Ama bu tokatlanası küçük bokçuk haksız sayılmazdı. Gerçekten de, business class’la ekonomi arasındaki tek benzerlik bu ekranlardı. Ama çocuk nasıl olmuş da bu kadar küçük bir ekran görmemişti? Bu uçakta ilk seyahat edişi miydi? Ya da gördüğü en kötü business class uçağı buydu da o yüzden mi ekranın küçüklüğünü sorun ediyordu? Az sonra asıl sebebi anladım. Babasına ‘babaaaa bizim uçak nerde? Niye onunla gitmedik?’ diye sordu. Şaka mı yapıyordu? Belki de babası onu uçağımız var diye kandırmıştı. Ama hayır, babası ona sessiz olmasını söyledi. Uçağı olduğunu bilmemizi istemiyordu anlaşılan. Halbuki burada bizbize, zenginler arasındaydık. Sonra da ‘çok uzun sürerdi, 12 saat’ dedi oğluna.
Ben de böylece küçük ekranın arkasında yatan gizemi çözmüş oldum.
Az sonra hostes elinde tepsisiyle yeniden geldi ve az önce orada bulunmayan yolculara aynı ikramda bulundu. 5 yaşındaki çocuk hostese ‘neler var?!’ diye sordu. Kendinden emin, şımarık, sorunun sonuna utanmaz bir haklılık vurgusu koyan bir sesle. Hayatında seçenekler olmasına ne kadar da alışıktı. Ben ve yanımdaki adam, yani eskaza business class’ta bulunan bizler, önümüze sunulan seçenekleri sorgulamamış, gözümüze ilişen ilk şeyi kapmıştık tepsiden. Hareketlerimizde bir aşırı kibarlık. Ama önümde oturan ve bütün hayatını böyle ortamlarda geçirmiş olan 5 yaşındaki küçük bokçuk büyük raatlıkla ‘neler var’ diye sorabiliyordu hostese. O istiyordu, hostes getiriyordu. Tüm hayatını böyle geçirmişti. Dünyadan istedikleri oluyordu, bu ona doğal geliyor olmalıydı. Böyle böyle büyüyecekti ve dünyadan istemeye devam edecekti, ve dünya da ne istiyorsa ona vermeye.
Business class ne kadar farklı olabilir ki diye düşünüyordum. Sonuçta aynı uçağın içinde, aynı yemekleri yiyerek, aynı yere gidiyorduk. Ama yanılmışım. Burada arkada gördüğünüz kullan at plastiklerden, üzeri aluminyum kaplı minik kaplardan eser yoktu. Çay seramik bardakta, saat erken olduğu için kahvaltı normal tabaklarda geliyordu. Herşeyi önününüze bir anda yığmıyor, önce domates, peynir gibi soğumayan yiyecekleri sonra da omlet veya kayganadan oluşan sıcak seçeneğinizi getiriyorlardı. Bu esnada arkada neler oluyordu bilmiyorum. Onlara da mı kaygana veriyorlardı? Yoksa saat kaç olursa olsun köfte makarna mı dayıyorlardı insanlara?
İçinde bulunduğum rahatlığa giderek daha fazla alışıyordum ki hostes tekrar geldi ve bana doğru eğilerek, ‘Tugce hanım sıcak ne alırsınız’ diye sordu. Omlet mi kaygana mı istediğimi sormadan önce bana adımla hitab ediyordu. Bu bende küçük bir paniğe sebep olduysa da çabuk toparladım ve ‘teşekkür ederim’ diyerek reddettim. Aç köpekler gibi herşeyi yiyecek halim yoktu herhalde.
Ayaklığımı açtım, koltuğumu arkaya yasladım, uçağa girerken yangından kaçırır gibi kaptığım yastığı kafamın arkasına koydum (aslında hiç gerek yoktu buna çünkü koltuk kendinden yastıklıydı) ve öndeki sımarık çocukların mırmır konuşmaları eşliğinde uykuya daldım.

Kazara business class’ta uçmak çok kötü oldu. Bir sonraki yolculuğumun bilmemne havayollarının hiç ikramsız uçuşunda, sıkışık ve kalabalık ekonomi sınıfında olacağını düşündükçe içim daralıyor doğrusu (yok be o kadar da değil :P)
Comentarios