top of page

Hepimizin Bileceği

Bir zamanlar kimsenin giremediği odasında, yalnızlığı çoktan kabullenmiş tek kişilik yatağında uzanmış yatıyor. Çok yakındaki evlerden birinde yaşlı bir kadının ölmekte olduğundan habersiz birisi, keman çalıyor. Kemanın sesleri odaya doluyor, yaşadığımız anı daha da kırılgan yaparak. Öylece yatıyor, gözlerinde artık sıkılmış, yorgun bir ifade. Aslında ifade de değil gözlerindeki. İfadenin yokluğu yerleşmiş içlerine, bir zamanlar dünyayla kavga eden ve onu değiştirmeye çalışan, şakalar yapan ve kavgalar eden o gözlerin yerine gelip, başka birşey oturmuş, eskiden orada olan benligi gerilerdeki karanlik bir köşeye iterek.

Derisi kemiklerinin üzerinde bollaşmış ve gereksiz duruyor. Sanki onu hala aramızda, insanlar aleminde tutan tek şey o bollaşmış deri. Tek fonksiyonu bu olan bir deri. Kurumuş ve kararmış. Kemikleri seçiliyor derinin altında. Anatomi kitaplarında latinceden çevrilmiş isimleriyle bir bir gösterilen femurları, tibiaları seçebiliyorum. Sanki, karşıdaki insan bir bütün olmaktan çıkıp, vücudunun parçalarına bölünmüş, bilimsel isimlere indirgenmiş yavaş yavaş. Bölündükçe benligini yitirip tibialardan ve femurlardan falankslardan, falancalardan filancalardan ibaret kalmış.

Seni yaz gecelerinde balkonlarda sallamaktan moraran ayak bilekleri değil mi bunlar? Bu ayak bilekleri değil

miydi güvendiğin, daha 4-5 yaşlarında bir çocukken, evin içinde bulduğun minderi yanında sürekleyerek balkona taşırken? Çünkü biliyordun ki sen mükemmel bir yaz gecesinde yıldızlara bakarak huzurlu uykulara dalarken, seni sallamaktan asla yorulmayacaktı, kendi bilekleri morarsa bile.

Seni kimbilir kaç kere yerlerden kaldırmış, şaçlarını yıkamış ve kafandaki bitleri ayıklamiş elleri, şimdi amacından sapmış birer makina gibi, ormanda yolunu kaybetmiş vahşi hayvanlar gibi, öylece bekliyorlar yatağın üzerinde. Yapacakları şeylerin sonuna varmış, hafifçe kırılgan, çokca yamuk ve çoğunlukla tepkisiz. Kollarına dokunuyorsun. İncecik derisinin altında bir yerlerde hala çalışmakta olan damarlarının içinde kalbi atmaya devam ediyor. Yüzüne doğru eğilip beni tanıdın mı diyorsun, ifadesiz gözlerinde birşey parlayıp sonuyor. Tuğçe diyor, pek de inanmayarak. Sesinde hala yalnız gezen o bozkırkurdunun gururlu uluması.

Birisi keman çalmaya devam ediyor. Ellerini, amacını yitirmiş o uzuvları eline alıp okşuyorsun. Herşey gitse de o dokunuşlar baki kaliyor çünkü . Öyle umuyorsun. Seni okşamış ellerinin hafızasına güveniyorsun artık, çünkü akıllı aklı, rasyonel aklı, anıları toparlayıp gerek oldukça kullanabilen aklı, yorgun ve varışsız. Gözlerinin arkasında saklanan karanlığa çekilmiş, yakınlarda gelecek birşeyi bekliyor.

Ben bu yazıyı yazdıktan yaklaşık iki ay sonra beklediği şey geldi.

Fotograflardan bir kişi daha eksildi.

Huzur içinde yat anneannecik.

 En son  
 yazılar
bottom of page